?Suudi Arabistan İran'a nasıl karşılık verecek

ARAMCO tesislerine 14 Eylül’de düzenlenen kapsamlı saldırıların ardından iki hafta geçti. Yemen’deki Husiler saldırıların sorumluluğunu üstlenmesine rağmen, bu durum Riyad yönetimi tarafından tam olarak kabullenilmedi ve İHA’lar ile füzelerin nereden fırlatıldığı -resmî düzeyde- belirsizliğini koruyor. Günümüz teknolojisi ve istihbarat imkânlarıyla bu denli kapsamlı bir saldırının nereden kaynaklandığının henüz belirlenememesi bir soru işareti oluştursa da, sorgulanması gereken diğer bir nokta, dünyanın en fazla savunma ve silahlanma harcamasını yapan ülkeleri arasında yer alan Suudi Arabistan’ın savunma kapasitesi oldu. Bu sorgulama, ARAMCO saldırılarının ardından Suudilere yönelik boyutu derinleşen yeni saldırılar sonrasında daha elzem hale gelmiş bulunuyor.

Suudi Arabistan’ın silahlanma ve savunma harcamaları

Savunma harcamaları açısından ele alındığında, Suudi Arabistan 1993’ten beri Körfez bölgesi ve Ortadoğu’nun en fazla savunma harcaması yapan ülkesi konumunda. 2018’de 67 milyar doların üstünde savunma harcaması yapan Riyad yönetimi, ABD ve Çin’in ardından dünyanın en fazla savunma harcaması yapan üçüncü ülkesi. Körfez’de Suudi Arabistan’dan sonra savunma harcaması açısından ikinci sırada olan İran ise 14 milyar doların altında bir savunma harcaması yapmış.

Silahlanma açısından bakıldığında ise Suudi Arabistan’ın açık ara öne çıktığı görülüyor. Zira Suudi Arabistan son beş yıllık dönemde sadece bölgenin değil, dünyanın en fazla silah satın alan ülkesi konumunda. Silahlarının yüzde 68’ini ABD, yüzde 16’sını İngiltere ve yüzde 4,3’ünü ise Fransa tedarik etmekte. Normal şartlar altında, “istikrarlı” bir şekilde bu denli büyük savunma harcaması yapan ve dünyanın en büyük silah ithalatçısı konumundaki bir ülkenin askeri kapasitesi ve hazırlık derecesinin de yüksek düzeyde olması beklenir. Bu açıdan, Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun 2015’te başlattığı ve hâlâ devam eden Yemen’e yönelik operasyon, Riyad’ın askeri hazırlık derecesi hakkında ciddi ipuçları veriyor.

- Suudi Arabistan’ın askeri hazırlık derecesi ve Yemen müdahalesi

Yemen müdahalesinin başladığı yıl Suudi Arabistan’da kişi başına düşen savunma harcaması 2 bin 867 dolarken Yemen’in kişi başına düşen gayrisafi yurtiçi hasılası bin 610 doların altındaydı. Aynı yıl Suudi Arabistan ordusu 227 bin kişilik bir güce sahipken Yemen’deki Husiler dâhil bütün isyancıların sayısı 20-30 bin civarındaydı. 2018’e gelindiğinde ise Suudi Arabistan’ın savunma harcaması 67 milyar doların üstündeyken Yemen’in gayrisafi yurtiçi hasılasının toplamı 27 milyar doların altındaydı.

Sadece bu verilerden hareketle, Suudi Arabistan’ın bin 300 kilometrelik kara sınırı paylaştığı Yemen’deki isyancılar karşısında epey avantajlı olduğunu ve tek başına bir askeri müdahaleyi rahatlıkla yapabileceğini öngörmek mümkün. Bununla beraber meşruiyet sağlamak, zaman kazanmak, maliyeti paylaşmak gibi faktörler nedeniyle, müdahalenin bir koalisyon oluşturularak gerçekleştirilmesi de anlaşılır görünüyor.

Koalisyonun öncelikli müdahale aracının hava saldırıları olduğu Yemen operasyonuna Suudi Arabistan bin 500, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ise 3 bin asker gönderdi. Ancak müdahalenin üzerinden dört yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen Riyad yönetiminin ve koalisyon ortaklarının Husilere karşı net bir üstünlük elde edemediği ortada. Tam tersine, Yemen müdahalesi, Suudi Arabistan’ın devasa harcamalar yaparak güçlendirdiği düşünülen askeri kapasitesinin etkinliğini ve savunmasının kırılganlığını gözler önüne sermeye yaradı. Zira müdahalenin başından itibaren büyük ilerleme kaydedilememesi bir tarafa, Husilerin Suudi Arabistan üzerindeki baskısı artmış bulunuyor. 2018’e gelindiğinde, önceleri Suudi Arabistan’ın Yemen sınırındaki bazı bölgelerine yönelen balistik füze saldırılarıyla hissedilen baskı, Riyad’a yönelik füze saldırılarıyla devam etti. Suudi hava savunma sistemleri söz konusu balistik füze saldırılarını büyük bir zarar oluşturmadan devre dışı bırakabildiler. Bununla beraber, Husiler konvansiyonel olmayan saldırı yöntemleriyle Suudi Arabistan içlerine doğru saldırmaya devam etti. Nitekim balistik füzelere ilaveten insansız hava araçlarının (İHA) da kullanıldığı saldırıla Suudi Arabistan’ın petrol tankerleri, havaalanları, petrol pompalama istasyonları gibi kritik ve sembolik altyapısına yöneldi. Çoğunun Suudi hava savunma sistemlerince engellendiği iddia edilen bu saldırıların [1] yoğunluğu, aslında günümüzde faili henüz net bir şekilde ortaya konulamamış ARAMCO saldırılarının da işaret fişeği niteliğinde.

Son olarak, Husilerin bazı görüntüler ortaya koyarak, Suudi Arabistan’da Necran’a yaptıkları saldırılar sonucunda üç Suudi tugayını devre dışı bıraktıkları, binlerce askeri ve milisi esir aldıkları ve yüzlerce askeri öldürdükleri veya yaraladıkları iddiaları ve Riyad’ın bu iddialar konusundaki suskunluğu önemli. [2] Zira saldırılar sonucunda Suudi Arabistan’a iddia edildiği kadar zarar verilmediyse bile, durum Riyad yönetimi açısından artık “şüyuu vukuundan beter” hale gelmiş durumda.

- Saldırılardan çıkarılacak bazı sonuçlar

ARAMCO saldırıları ve akabinde gerçekleşen saldırıların yansımalarına ilişkin çok sayıda analiz yapılabilir. Burada sadece silahlanma faaliyetleri ve savunma harcamalarına ilişkin öne çıkan bazı değerlendirmeler yapmakla yetinelim:

1. Tehdit algısı kaynaklarıyla karşılaştırılamayacak nitelikteki devasa savunma harcamaları, güvenliğin sağlanması için yeterli olamayabilir. Bu nedenle savunma harcamalarına sadece rakam olarak bakmak yerine, harcamanın etkili bir şekilde kullanılıp kullanılmadığının sorgulanması gerekir. Bu noktada, ordu personeline yapılan yatırım ve özellikle komuta kademesinin eğitimi, profesyonelliği ve liyakati ön plana çıkmaktadır.

2. Güvenliğin sağlanmasında ve tehditlerin dengelenmesinde önemli rolü bulunan silahlanma planlarında, tehditlerin değişen doğası da dikkate alınarak revizyona gidilmesi gerekmektedir. Burada tehdit kaynağının devlet veya devlet-dışı aktör olması sonucu değiştirmemektedir. Zira tehdit kaynağı devlet dahi olsa, vekiller üzerinden ve konvansiyonel olmayan yöntemlerle de saldırı yapılabileceği dikkate alınmalıdır. Bu nedenle ister saldırı nitelikli ister savunmacı karakterde olsun, envanterdeki silah sistemlerinin tehditlerin doğasına ve gelişen yeni yöntemlere uygun olarak gözden geçirilmesi, geliştirilmesi veya yenilenmesi elzemdir. Kaldı ki dünyanın en büyük petrol üreten ülkelerinden biri olan Suudi Arabistan’ın petrol çıkarma, pompalama ve işleme tesisleri gibi kritik altyapıları, savunma açısından ülkenin yumuşak karnını oluşturmaktadır. Bu bölgelerin korunmasında ortaya çıkan bir zafiyet, diğer olumsuz etkilerinin yanı sıra psikolojik açıdan ciddi olumsuzluklar ortaya çıkaracaktır.

3. Silah tedarikçileri salt ticari ortaklar değildir; fakat güvenliğin nihai garantisi de değildirler. Orta Doğu’da istisnalar dışında bütün ülkeler, silahlanma faaliyetlerini silah satın alarak gerçekleştirmekteler ve bölgede ana silah tedarikçileriyle alıcılar arasında bir ittifak ilişkisi bulunmakta. Öyle ki bölge dışı güçlerle kurulan ittifakların bazen aracı, bazen de amacı olan silah ticareti, alıcılar tarafından güvenlik garantisi sağlamak için de kullanılmaktadır. Örneğin Suudi Arabistan 1945’ten günümüze kadar ABD ile ittifak ilişkisi içindedir ve silah ticareti bu ittifakı güçlü kılan faktörler arasında önemli bir yere sahiptir. 1950’den bu yana Suudi Arabistan’ın bazen tek (ama her zaman başlıca) tedarikçisi ABD olmuştur. Son beş yıllık veriler bile dikkate alındığında dünyanın en büyük silah ihracatçısı olan ABD’nin en büyük müşterisi, aynı zamanda dünyanın en büyük silah ithalatçısı olan Suudi Arabistan’dır. Bu ilişki, başta petrol olmak üzere diğer unsurlarla birleştiğinde, Suudi Arabistan rejimi ve ülke bütünlüğü açısından ABD’nin güvenlik sağlayıcı rolü hep ön planda olmuştur. Ancak yaşanan son gelişmeler, ABD’nin en büyük silah müşterisi olmanın ve milyarlarca dolar harcanarak alınan silahların Suudi güvenliğini sağlamada beklenen caydırıcılığı temin edemediğini göstermiştir.

4. İttifaklar ve müttefiklerin sınırları ortaya çıkmıştır. Yemen müdahalesinde karşılaşılan başarısızlıklar ve söz konusu saldırılar bağlamında, sürecin bir bumerang gibi Suudi Arabistan’ı olumsuz etkilemesi, aynı zamanda bölgede on yıllardır kurgulanan ittifakların ve müttefiklerin limitini de ortaya koymuştur. Politik düzeyde söylem açısından bütün müttefikleri Riyad yönetimine desteklerini ifade edip Riyad’dan daha açık bir şekilde ARAMCO saldırılarının faili olarak İran’ı işaret etseler de aynı desteğin askeri düzeyde gelmediği görülmektedir. Zira ARAMCO saldırılarının sıcağında, İran’ın “olağan şüpheli” olduğu iddialarından hareketle, ilk günlerde Suudi Arabistan tarafından kanıtlarla desteklenmiş bir suçlama ve ABD destekli bir misilleme beklentisi vardı. İki hafta sonunda ABD’nin gerçekleştirdiği tek eylem ise Suudi savunmasını desteklemek üzere dört adet Patriot bataryası ve 200 Amerikan askerinin gönderileceğinin açıklanması oldu. Bu durum, ABD’nin kısa vadede Suudi Arabistan için İran’ı askerî açıdan doğrudan karşısına almayacağını göstermektedir.

ARAMCO saldırılarının üzerinden geçen iki hafta içinde, Suudi Arabistan bu saldırının şokunu unutturacak boyutta yeni saldırılarla karşılaştı. Bu nedenle Riyad açısından, ARAMCO saldırılarına karşı nasıl bir cevap verileceğinden ziyade, genel bir hasar tespiti yapılması ve durumun kontrol altına alınması öncelikli hale gelmiş bulunuyor. Hasar kontrolünde yukarıda ifade edilen hususlar da orta ve uzun vadede dikkate alınacaktır. Öte yandan, bölgede doğrudan veya vekiller üzerinden, konvansiyonel veya konvansiyonel olmayan saldırılarla yaşanacak bir çatışmanın tırmanma ihtimali her zaman için bulunuyor. Fakat taraflar böylesi bir tırmanmaya giderken olası maliyetleri bir kez daha hesaba katmak zorundadır. Zira yaşanacak bir tırmanma hiçbir taraf için maliyetsiz olmayacaktır.

[Prof. Dr. Ferhat Pirinççi Bursa Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

Ayrıca oku

Yorumlar