Sudan’daki darbeyi Yemen Savaşı ve II. Abdülhamid üzerinden okumak

2015’ten beri devam eden ve koca bir ülkeyi ortadan kaldırmaya hedefleyen Yemen Savaşı’nın görünmeyen araçlarından biri de Sudan’dır. Sudan’da, iç savaş, ambargo, bölünme sebebiyle çöken ekonomisine çare bulamayan Ömer el Beşir, Yemen’e asker gönderip Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin desteğini almaya çalıştı. Ancak savaşın söz konusu iki ülkenin beklentilerine uygun gitmemesi ve kendi halkları nezdinde bile prestij kaybetmeleri, Sudan halkının ve Ömer el Beşir’in de savaşı yeniden sorgulamalarına neden oldu.

Yemen’de savaşı başlatanlar, sadece bir güç gösterisiyle olaylara hakim olup -iddialarına göre- meşru yönetimi iade edeceklerini düşünüyorlardı. El Beşir de alacağı ekonomik yardımlar karşılığında, Yemen’e kısa süreli asker göndermesi için ikna edildi. Bir süre sonra, el Beşir ile birlikte Sudan halkı da hayal kırıklığına uğradı. Körfezden gelen katkılar sadre şifa olmadı, fakat Yemen’e asker gönderilmeye devam edildi.

 

El-Beşir, siyasetini çeşitlendirmek; Suudi Arabistan ile BAE’nin boyunduruğundan uzaklaşmak için Türkiye ve Rusya hatta İsrail ile yakın ilişkiler kurmaya çalıştıysa da bu girişimleri de içeride meydana gelen huzursuzlukları önlemede yetersiz kaldı. Son dört aydır süren halk hareketleri karşısında ortak aklı harekete geçirip taleplere cevap vermek yerine, yakın çevresinin etkisiyle halktan uzaklaştı. Sonuçta ilk darbe kendi Savunma Bakanı olan bin Avf’dan geldi. Ancak bu yarım darbenin arkasının geleceği belli idi. Zira, darbeciler uluslararası sistemin tepkisini ölçerek hareket etmeyi yeğlemişlerdi. Başka bir deyişle bin Avf’ın darbesi ardından gelen darbeyi hazırlamak için yapıldı.

Uluslararası tepkilerin test edilmesinden sonra el Beşir’in kısa bir süre önce orgeneralliğe terfi ettiği ve Ordu Genel Müfettişi olarak atadığı el Burhan 13 Nisan’da yeni bir darbe yaparak yönetime el koydu.

Peki el Burhan kimdir?

Kendisi, Sudan’da sufi gelenekten gelen ve Hatmiyye diye bilinen bir aileye mensuptur. Askeri eğitiminden sonra ordunun her kademesinde çalışmıştır. Ayrıca Ürdün ve Mısır’da da çeşitli askeri tatbikatlara katılmış, Çin’de askeri ataşe olarak bulunmuştur. Sudan’ı uluslararası arenada zor duruma sokan Darfur savaşında ve bölünmeye giden Güney savaşlarında yer almış ve ayrıca el Beşir’in Kara Kuvvetleri Komutanlığını yapmıştır. Ama bundan daha önemlisi Yemen Savaşı’na gönderilen askeri birliği de bizzat organize ve idare etmiştir.Bu yüzden yönetime el koymasının ardından ilk destek, BAE ve Suudi Arabistan’dan gelmiştir.

Kısaca Sudan’da halk iradesi yine gasp edilmiştir.

Burada el Beşir’in ardından ağıt yakmak gibi bir niyetimiz bulunmamaktadır. Her ne kadar kendisi bir darbe ile yönetime gelmiş olsa da zaman içinde halk nazarında meşruiyetini kazanmıştı. Meşruiyeti tartışmalı hale geldiğinde halka dönme cesareti gösterememiş olması ise en büyük zaafı olmuştur. Ancak bu durumu etrafındakilerin hazırladığı anlaşılmaktadır. Başka bir ifade ile Sudan halkının haklı talepleri bir yana; el Beşir, yalnızlaştırılmış sonra da en yakınları tarafından yönetimden uzaklaştırılmıştır. Sudan henüz istikrara kavuşmamıştır. Önünde daha uzun bir yol vardır. Gelişmeleri takip etmek ve Sudan halkının yanında durmak borcumuzdur.

Farkındayım. Okuyucularım bunu hangi tarihi olaya bağlayacağımı merak ediyorlar. 13 Nisan’ı hatırlayın. Eski takvim ile 31 Mart Hadisesini. Yani bunca araştırmalara rağmen hala açıklığa kavuşmayan Sultan II. Abdülhamid’in tahttan indirilme meselesini. 13 Nisan 1909 tarihine giden olaylar ve bu olayların müsebbipleri tezlere, kitaplara, senaryo ve filmlere konu oldu ama hala çözümlenemedi. Niçin mi? Genellikle dikkatler sonuç üzerinde yoğunlaştırılıp, asıl sebeplerin perdelenmesinden. Evet, Sultan 13 Nisan 1909’da hal’ edildi. Lakin gerçekte Sultan II. Meşrutiyet’in ilan edilmeden bir gün önce yani 23 Temmuz 1908 gecesi tahttan indirildi. Hemen aklınıza Meşrutiyet karşıtlığı gelmesin.

Rumeli’den gelen haklı Meşrutiyet talepleri karşısında Sultan, en yakınları ve yıllarca birlikte çalıştığı Said, Kamil ve Memduh Paşalar ile dönemin Bakanlar Kurulu’nu görevlendirip çözüm bulmalarını istedi. Sabahlara kadar boş konuşan ve Rumeli’den gelen telgrafları okumakla meşgul olan bu heyet bir çözüm üretemedi. Sonuçta Meşrutiyet’in yeniden ilanı sorumluluğunu Sultan tek başına almak zorunda kaldı.Ardından diğer hadiseler gelişti. Sultan II. Abdülhamid’in nasıl yalnız bırakıldığını söz konusu paşaların birbirlerini suçlayıcı hatıralarından anlamak mümkündür.

Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük bir devletin saltanat değişimi ile Sudan’daki darbe girişimini mukayese etmek doğru olmasa da en azından Sultan’ın tahttan indirildiği ve el Burhan’ın darbe yaptığı 13 Nisan tarihi, bir benzetme, daha doğrusu hatırlatma yapmaya imkan vermektedir.

Kaynak: Yenişafak

Ayrıca oku

Yorumlar