Suriye rejimi Astana sürecini sabote etmek üzere

Suriye Arap Hava Kuvvetleri 19 Ağustos 2019 tarihinde, Suriye’nin kuzeybatısında Morik’teki gözlem noktasına doğru intikal halinde olan bir Türk askeri konvoyunu hedef aldı. Baas rejiminin pervasız bir provokasyon olan ve Türk konvoyunu durdurma maksadı taşıyan bu saldırgan hamlesi, angajman kurallarının dışına çıkan bir askeri birlik veya disiplinsiz paramiliter gruplar tarafından gerçekleştirilmediği gibi, rastgele bir olay da değildi.

Bahse konu provokasyon, özü itibarıyla, Suriye Arap Silahlı Kuvvetlerinin çok yakında insani bir felakete yol açabilecek olan İdlib’deki genel taarruzunun bir parçası. Ayrıca, Esed güçlerinin ileri konuşlu Türk birliklerini taciz etmeyi sürdürdüğü bu ortamda Astana barış süreci, kaderinin tayin edileceği çok ciddi bir sınavdan geçiyor.

- Tehlikeli ve taktik önemi yüksek parlama noktaları

Açık kaynaklı istihbarat verilerine göre, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri, M5 karayolunda kritik bir nokta olan Han Şeyhun’un etrafını tamamen sarmış ve yazının yazıldığı sıralar itibarıyla Rusya destekli elit Kaplan Kuvvetleri’nden bazı birlikler şehre hakim olmuş durumda. Askerî açıdan bakıldığında, Han Şeyhun’u yakın bir zamanda ele geçiren Baas rejim güçleri, buradan muhtemelen M5 karayolundaki bir başka kritik yerleşim olan kuzeydeki Maaratü’n-Nu’man’a doğru ilerlemeyi hedefleyecektir. Bir süredir devam eden Rus hava bombardımanları da bu yerleşimi çevreleyen alanlara odaklanmış durumda. Bu arada, esas plana göre Morik’teki gözlem görevi için ilerleyen Türk konvoyu, Han Şeyhun’la Maaratü’n-Nu’man’ın tam ortasında bulunan Heş köyünün etrafında geçici olarak savunma pozisyonu aldı. Bu nedenle, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri tarafından gerçekleştirilecek pervasız bir taarruz veya kontrolsüz ateş açılması gibi hamleler şiddet sarmalının giderek artmasına neden olabilir.

Morik’teki Türk gözetleme noktası, gözümüzü ayırmamamız gereken, taktik öneme sahip diğer bir parlama noktası. Rejim güçlerinin icra ettiği manevralar, Morik’in ikmal hatlarını kesti ve birliği bulunduğu noktada izole etmiş durumda. Gözetleme noktasında bulunan Türk birliği şu ana kadar herhangi bir saldırıya uğramamış olsa dahi, ikmal hattını açık tutmak şu anda Türkiye için ciddi bir mesele.

- İdlib’e saldırı yeni bir insani kriz daha tetikleyebilir

Uluslararası toplum, rejimin kontrolsüz bir şekilde İdlib’i zorlamasının, Suriye savaşının en büyük felaketlerinden birini tetikleme ihtimali olduğu gerçeğini kavramalı. Anadolu Ajansı için daha önce kaleme aldığımız bir makalede [1] belirttiğimiz gibi, “Baas rejimi ve onun askeri uygulayıcısı olan Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri, İdlib’i, aralarında terör örgütlerinin de olduğu devlet dışı aktörlerden temizleme maksadı taşıyan bir savaşa falan hazırlanmıyor. Var olduğunu varsaysak dahi bu hedef, şehrin Sünni sakinlerini kovmaya ve bölgenin nüfusunu azaltmaya yönelik esas hedefin yanında tali kalıyor.”

Askeri bilimlerde kullanılan matematiksel modeller, düşük yoğunluklu çatışma bölgelerinde gerçekleştirilen istikrar operasyonlarının bin kişi başına 20 ila 25 güvenlik personeli gerektirdiğini göstermektedir. Basitçe söylemek gerekirse, Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri, başkent Şam’dan yüzlerce kilometre uzakta, ülkenin kuzeybatısını kontrol etmek için sürekli biçimde 60 bin civarında asker konuşlandıramaz.

Dahası, Suriye Arap Silahlı Kuvvetlerinin şimdiye kadarki operasyonel sicili, bölgeleri sivil nüfustan arındırmanın çok acımasız örneklerini ortaya koydu. Rejimin bazı üst düzey generalleri, fikirlerini açıktan dile getirerek, evlerini terk eden Suriyeli mültecilerin bir daha geri dönmemeleri çağrısında bulundular. Rejimin çıkardığı problemli yasalar da bu amaca hizmet ediyor. Nisan 2018’de, Esed hükümeti, 10 sayılı Kanun Maddesini yürürlüğe koydu. Bu maddeye göre bir yıl içerisinde sahibinin mülkiyet kanıtını ortaya koyamadığı yahut sahibinin adının resmî belgelerde geçmediği yerler yeniden inşa faaliyetine tahsis edilecek. Bu yasa, geri dönüşlerin önündeki birçok insanlık dışı engelden yalnızca biri ve Baas rejiminin demografik stratejisini yansıtıyor.

Son olarak, operasyon alanında konuşlandırılmış rejim kuvvetlerini oluşturan birliklerin, mezhep temelli sınıflandırma yapılan bir havuzdan seçildiği akılda tutulmalıdır. Bu birlikleri komuta edenler ise, sicillerinde çok sayıda savaş suçu bulunan sertlik yanlısı generaller.

Netice olarak, yaklaşmakta olan rejim taarruzu milyonlarca insanı yerinden edebilir. Ve bu ihtimal sadece Türkleri değil, Batılıları da endişelendirmeli, zira Türkiye yeni bir toplu göç dalgasını kaldıramaz.

- Astana süreci tehdit altında

Baas rejiminin Morik’te bir emsal ortaya koymaya ve sonra da bunu İdlib’in etrafını saran bütün Türk askeri birliklerine -hatta bundan çok daha iddialı bir şekilde Suriye geneline- teşmil etmeye niyetli göründüğü bu günlerde, Ankara, Suriye Arap Silahlı Kuvvetlerine çok yakında sert bir yanıt vermek zorunda kalabilir. Jeopolitik olarak, Türk Hükümeti, Esed’in güçlerinin Türk birliklerini kuşatmasına, sonra da onları geri çekilmeye zorlamasına izin veremez.

Savaş alanındaki hadiselerin baş döndürücü bir süratte geliştiği İdlib’de “bilişsel savaş alanı” da çok karmaşık bir görüntü arz ediyor. Sosyal medyada, gönderilerinin içeriğine bakılacak olursa, bazıları bizzat Suriye Arap Silahlı Kuvvetlerine iliştirilmiş izlenimi veren bazı rejim yanlısı propaganda hesapları, Astana sürecinin bir neticesi olarak orada bulunan Türk gözetleme noktalarına açıktan tehditler savuruyor.

Yine de bir şey çok net: Türk kamuoyu, Suriye’ye dair alınan bütün siyasi kararlar üzerinde hemfikir olmayabilir. Ancak, mesele gelir de Türk askerlerinin güvenliklerine ve hayatlarına dayanırsa, işin rengi değişecektir. Ülkeye sınır ötesinde hizmet eden personelin emniyeti, Türk kamuoyunu birleştiren milli bir öncelik haline gelecektir. Baas rejimi, gözetleme noktalarını doğrudan ya da dolaylı biçimde test etmeye kalkışacak olursa, Ankara çok sert bir mukabelede bulunmak zorunda kalacaktır. Nitekim Türk hariciyesi ve Savunma Bakanlığı Suriye’deki ileri konuşlu birliklerin geri çekilmesine dair en küçük bir işaret vermiş değil.

Suriye Arap Silahlı Kuvvetlerinin Türk birliğine yönelik tehlikeli teşebbüsü, Baas rejiminin Ankara’yı askeri bir mukabeleye zorladığı bu ortamda Astana sürecine ciddi zararlar verebilir. Türk yönetimi konuyla ilgili Moskova ile teması önceleyen, soğukkanlı bir yaklaşımı benimsedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya gezisi sonrasında daha net bir durum değerlendirmesi yapmak mümkün olacak.

  1. adım adım geliştikçe, iki ana faktör giderek belirginleşiyor. Birincisi, Türk gözetleme noktaları ve konvoylarını taciz eden Baas rejimi, bunu yapmakla bütün bir Astana sürecini tehlikeye atmıştır. İkincisi ise General Mahir Esed’in 4. Zırhlı Tümeni veya General Süheyl el-Hassan’ın Kaplan Kuvvetleri İdlib’de mezhep eksenli bir temizliğe kalkışacak olursa bu durum artık sadece Türkiye’nin bir meselesi olarak kalmayacak; bundan öte, bütün bir Avrupa’nın kaçınılmaz olarak omuzlamak zorunda kalacağı çok zahmetli bir yüke dönüşecektir.

Mütercim: Ömer Çolakoğlu

[Dr. Can Kasapoğlu, İstanbul merkezli bağımsız düşünce kuruluşu EDAM’ın Güvenlik ve Savunma Çalışmaları Programının direktörüdür]

Ayrıca oku

Yorumlar